30 Kasım 2008 Pazar

Nescafeli kek...

Stresli bir anımda , hırsla mutfağa gidip , birden kek yapmaya karar verdim. Daha önce bir kez daha denemiştim ama ilk olduğu için görüntüsünü pek beğenmemiştim . Hem değişik bir tarif , hem de içinde Türk kahvesi olan bir kek aramıştım ama nescafeli kek buldum. Stresime birebir geldi. Denemenizi öneririm. Tadı da bir harika...
Malzemeler :
3 yumurta
1/2 su bardağı sıvıyağ
1 su bardağı toz şeker
1 su bardağı süt + 1 çay bardağı süt
2 su bardağı un
6 yemek kaşığı pirinç unu ( dolu dolu )
1 paket kabartma tozu
4 tatlı kaşığı nescafe
3 yemek kaşığı kakao
1/2 su bardağı ceviz
Yapılışı:

Ödev işkencesi...

Bu çocuklar ödev yaparken neden bu kadar hırçın olurlar ki ,anlamam. Hadi sen hırçınsın , neden anneleri de durup dururken sinir ederler ? Ağlarlar, tepinirler , salya sümük kağıda akıtırlar, yazarlar, silerler, yazarlar , silerler, o kağıt aşınıncaya kadar uğraşırlar. Sonunda kağıtta kocaman bir delik açılır , oturup bir de onun için ağlarlar. Ödev uzarda uzar tabii . Ödev de ödev değil . Kelime sonundaki hece ile yeni bir kelime türetme şeklinde bir oyun ... Ama 15 dk'lık ödev , 3-4 saat sürüyor. İnanılmaz !

Üstelik evde , arabada sık sık oynadığımız eğlenceli bir oyun. Ama yokkk , iş , bunu yazıyor olmakta zaten. Nedense yazı yazmak hepsine işkence geliyor. Bir an önce işim bitsin de , gidip TV seyredeyim , bilgisayara geçeyim diye herşey baştan savma yapılıp ,çıkılıyor. Hal böyle olunca da bendeniz çileden çıkma pozisyonuna giriyor. Bir kıyamet , bir gürültü , sonunda ödev bitiyor ama kağıdın yüzüne bakılacak gibi değil , silmekten eskimiş ve yırtık. Bu durum benim için biraz tehlikeli , çünkü bu konuda sabıkam var. Bazen kağıdı yırtabiliyorum ... O zaman herşey başa dönüyor.

29 Kasım 2008 Cumartesi

Böyle yenir...

Spagettiyi , kaşığın içine alarak , çatalla döndüre döndüre yemeyi öyle severim ki. Zaten bunun yenme şekli de böyledir. Başka türlüsünü düşünemem bile. Minik parçalara bölmek , spagettiye hakaret sayılır. Kendisi , benim en acil kurtarıcılarımdan olduğu için canım yemek yapmak istemediğinde meydan ona kalır.

** Hatta şimdi spagetti diyince aklıma şu geldi. Evde spagetti yapılacağı zamanlarda annem mutfaktan çıkar , babacık devreye girerdi. Bu onun özel ilgi alanına girer, bir de üzerine kıymalı , domatesli , bol kekikli , sarımsaklı harika bir sos hazırlardı. Biz de Şener's spesiyalitesini afiyetle yerdik . Ellerine sağlık babacım.


** Spagettiyle ilgili başka bir konu da , amcamın iş seyahatı nedeniyle İtalya da yaşadığı bir olaydı. Öğlen yemeği için , girmiş olduğu restaurantta, spagetti siparişi veriyor. Bu arada amcamın Türk olduğu anlaşılıyor , sohbetler filan derken , spagetti amcamın önüne geliyor. Ama garsonlar gözlerini hiç ayırmadan amcamı izlemeye başlıyorlar. Amcam gayet kendinden emin bir şekilde , sol eline kaşığını , sağ eline çatalını alıp , sarmaya başlayınca , birden alkış kopuyor. "Hııımm , siz işi biliyorsunuz" diyorlar :)) Bu da böyle yenir işte...

28 Kasım 2008 Cuma

Çizimlerim...

Geçenlerde çekmeceleri düzenlerken elime bir kağıt parçası geçti. Sanırım 7. sınıftayken , ders kitabının ön sayfasına çizmişim , sonrada yırtıp , yıllarca orda burda saklamışım . Eskimiş , sarı renkli samanlı kağıttan. Oldukça acemice , bakarak yapılmış , bir çizim . Demek ki çok sevmişim ki , atmaya kıyamamışım.

Resim çizmeyi hala çok seviyorum. Bazen bana inanılmaz bir rahatlık verdiğini düşünüyorum ama uzun zamandır ilgilenemedim. En son geçen yıl , okul bahçemizin duvarlarını renklendirmiştik. Oldukça keyifli bir çalışmaydı. Bakmak isterseniz (burada) ve (şurada) Bu konuda hayali olarak pek başarılı sayılmam ama bakarak bir şeyler çizme konusunda fena değilim diye düşünürüm. Saygıdeğer grafikerim Ayşecik , bunları nasıl görür bilemem , bakış açısı mutlaka farklıdır ama teknik hataları görmezden gelirsek , şirin sayılabilirler :))

Hatta keşke grafik programlarından bilseydim de , bilgisayar destekli güzel bir şeyler yapabilseydim. Sevgili Ayşeciğim bu konuda çok başarılıdır . Sayfasının en altındaki çizimleri görmenizi isterim , bence süper... Ama kafaya koydum , öğrenmeliyim bazı programları ...

26 Kasım 2008 Çarşamba

Tombişim...

Büyük ekran ve pek çok değişik özelliğe sahip olması açısından zamanının en iyi telefonlarından biriydi Nokia 6600. O zaman alsak mı , almasak mı diye epey düşündürmüştü. Ama bonusa 12 taksit demişlerdi ya , gaza gelmiştik işte. Biliyorum şimdi bile " yuhh ! " diyebileceğimiz kadar bir fiyata almıştık . Aklıma geldikçe , o paraya hala acırım. Belki de o yüzden hiç değiştiremedim. Şu anda aynı fiyata , daha iyi özelliklerde , mükemmel telefonlar var . Hatta , az daha eklenebilse iPhone bile alınabilir. Ama cimriliğim tuttu , değiştirmeye kıyamıyorum . Çünkü sonu yok !

Sonuç itibarıyla "tombişim " adını verdiğim telefonumla çok güzel günleri , mesajları paylaşmış ve hoş sohbetler geçirdim . Oysaki onunla beraber neler geldiii, neler geçti. Çift hat bulundurunca , diğeri zaman zaman değişti de tombişim hep yerini korudu.

Taaa ki geçenlerde bir arkadaşıma kızıp , telefonu hırsla yere fırlatana kadar. Çok alakasızdı biliyorum ama mesaja cevap vermeyince , bir an sinirlenesim geldi. Bazen bu tür saçmalıklar yapıyorum işte . Olan tombişime oldu tabii . Ekranı çatladı ve bir süre tepkisiz kaldı. Belli ki iç kanaması vardı. Şİmdilerde arayan numarayı göstermeme , mesajı iletememe , cevapsız aramaları silme , aniden kapanma , bazen de açılmama gibi garip tavırlar içerisine girdi. Haklı aslında , beyin sarsıntısı geçirdi ,hiç kolay değil. Ama artık değişmek zamanıdır , değişmek diyorum...
.
Not: Aslında arkadaşıma aldırmalıyım dimiğğ ???

25 Kasım 2008 Salı

Takılı kalanlar...

Aslında mimlenmeyi sevmiyorum. Çünkü , o an için zorunluluk hissetmek bana stres veriyor.

İçimden geldiği gibi de beni " Takıntılar " konusunda mimlemiş. Bu nedenle , bir kereliğine , işte içimden geldiği gibi ...

  • İlk takıntım mimlenmek olsun. Bir daha beni mimlemeyiniz diyorum :))
  • O an kullanmayacak bile olsam , internetin olmamasına takıyorum . Defalarca kontrol ediyorum. Bağlantı gelince normal hayata geçiyorum. Sanırm bu konuda çoğumuz böyleyiz. Yeterki olsun! Engellemelere başkaldırı belki de :))
  • Bilgisayarımı açınca önce blogları ziyaret etmeden , başka işlere başlayamıyorum.
  • Pijamalarla evin içinde uzun süre gezilmesine , yerlere oturulmasına takıyorum.
  • Evde veya dışarıda yapılacak işleri listeliyorum. Liste azaldıkça rahatlıyorum.
  • Herşeyin kontrol altında olduğundan emin olmak için , karşımdakini defalarca sorguya çekiyorum.
  • Temizlik yaptığım zamanlarda , herkesin peşinden geziyorum , onu düzelt , bunu yerine koy , dağıtma ... ( komutan gibi )
  • Dağınıklık ve temizlik konusunda , eğer işin ucu kaçtıysa , sınır tanımam , aynı şiddette dağıtmaya devam ederim. Ama toparlayınca komutan geri döner...
  • Yemek yaparken , ocağa bir şey taşarsa , anında herşeyi kapatıp , temizlerim. Kaç kere elimi de yaktım ama akıllanmadım.
  • Bazen arabayı kilitlediğimi unutup , tekrar , tekrar açıp kapatıyorum. Kilitlemişmiydim acaba duygusunu içimden atamıyorum.
  • Yapılmasını istediğim bir iş , o an yapılmazsa , inanılmaz geriliyorum. Söylene söylene ben yapıyorum.
  • Kendimi başkalarının yerine koyup , fazla ayrıntılı düşünüp , yok yere kendimi üzüyorum.
  • Hatta kötü senaryolar yazıp , oynadığım bile söylenir. ( Nobel ödülüm bilem var ... )
  • Msn 'de , arkadaşıma selam verdiğimde , işi bile olsa , er ya da geç ( 2-3 gün ya da 1 hafta sonra bile olsa ) bana cevap vermesini beklerim. Hiç görmemiş gibi yapılmasına , yokmuşsun gibi davranılmasına takarım. Aksi halde "kıracak birşey mi yaptım " diye yine takarım.
  • Sözünü tutmayan , yalan söyleyen , uyuşuk insanlara takarım. Mümkün oldukça hemen uzaklaşırım.
  • Tatil dönüşlerinde gece veya gündüz , saat kaç olursa olsun , o bavulu yerine yerleştirir , kirlilieri banyoya , temizleri dolaplara , her malzemeyi de yerine koymadan asla uyuyamam. Çok fırça yedim ama düzelemiyorum :))
  • Daha o kadar çok takıldığım şey var kii , sanırım baştan başa takıntılı biriyim. Herkese sabır diliyorum ...

24 Kasım 2008 Pazartesi

Güne özel...

* Sabah 1.dersten çıktığımda , yine eski okulumdaki öğrencilerimin dersi kırıp , beni ziyarete geldiklerini gördüm . Artık nasihat filan sökmediği için bana sadece mutlu olmak düştü. Hala beni özlüyorlarmış . Benim de onları özlediğim gibi ... * Dün gece , 23:00 'den sonra kapı çaldığında , " hayırdır bu saatte kim olabilir ki ? " diye kısa bir panik anı yaşadık. Kapıyı açtığımızda , komşumuzun bir tabak kabak tatlısı ve kaymaklı dondurma ile geldiğini görüp , bunun da günümüzü kutlamak adına olduğunu duyunca , tatlıyı afiyetle yedik. Düşünceli bir davranış. Sağolsun çok da severim , ellerine sağlık... * Arkadaşım okul çıkışında beni çaya davet etmişti. Ben de sıcacık ,çıtır simitlerimi alıp gittim . Hem çayımızı , hem kahvemizi içip , peynir , zeytin , domates muhteşem üçlüsüyle simitlerimizi yedik , günlük dedikodularımızı yaptık. Dışarıya çıktığımda ,yakın çevrede oturan birkaç öğrencimin bana hazırladığı sürprizle karşılaştım. Çok hoştu.

23 Kasım 2008 Pazar

Teşekkür...

Bugün bir arkadaşımla , blog ile ilgili bir takım yenilikler düşündük . Ve saatlerce yaptığımız konuşmalar sonucunda , bence mükemmel bir görüntü çıktı ortaya.

Tüm itiraz ve kaprislerimi çekerek , bıkmadan , usanmadan , kızmadan bana zaman ayırdığı için ve tek tek ilgilendiği için çokkkkkk teşekkür ediyorum.

Bu da bana Öğretmenler Günü hediyesiymiş . Bu daha da güzel ...

Teşekkür ediyorum ...

Kuğu gibiydi...

Muhteşem bir düğünle , muhteşem bir gelin oldu canım arkadaşım.
"Kuğu gibiydi " derler ya , işte tam da öyleydi .
.
Gözlerindeki , o pırıltıya tanıklık ettim ya , başka da birşey görmek istemiyorum. MUTLULUKTAN BAŞKA ...

Deneme için...

Deneme amaçlı konmuştur.

21 Kasım 2008 Cuma

Maviada 'da yeni bir hayat...

Canım arkadaşım , dostum , herşeyim , yarın yeni bir hayata başlıyor. Bana " Nikah şahidim sen olur musun ? " dediğinde çok heyecanlandım. Bu özel anı , benimle paylaşmak istemesi , beni çok duygulandırdı. Şimdi büyülü bir şehirde , yeni bir hayata , merhaba diyecek maviada .
.
Tüm güzellikler ve mutluluklar seninle olsun . Hayatın sana her zaman gülümsemesi dileğiyle...
.
Seni seviyorum ...

Soru işareti...

Neden sevdiğimiz şeyleri kaybediyoruz ?
Kaybedeceğimizi biliyorsak ,neden seviyoruz ??
Bu durumda hiç birşeyi sevmemek mi gerekiyor ???
Ya da acı çekeceğimiz şeyleri mi seviyoruz ????
Kafam karıştı , anlayabilmiş değilim.
İşte bundan nefret ediyorum.

20 Kasım 2008 Perşembe

Tarz...

Hiç tarzım olmayan bir kıyafeti giymek durumunda kalmak , benim için gerginlik vericidir . Oldum olası da şıkır şıkır giyinmeyi sevmeyen , işli , pullu , güllü , dallı , aşırı süslü şeyleri daima görmezden gelen , sadelik yanlısı biriyim . Yani hiç rüküş olamadım . Olamam da . Sade olsun , hatta o da siyah olsun , yeter.

Bazen bayramdan bayrama ya da nikah , düğün vs. gibi özel günlerde azıcık değişik giyinmeye çalışsam da , "bir an önce bitsede gitsem , gidip kotumu giysem , rahat rahat hareket edebilsem " düşüncesi vardır aklımda .
.
Ama bu hafta sonu katılacağım bir nikahta ,özel bir durum söz konusu... Sırf bu yüzden çok cici bir elbise ve de onu tamamlayan şık ayakkabılar aldım. Elbise tabiki de siyah ve çok sade. 60' lı yılların filmlerindeki gibi. Hem çocuksu , hem kadınsı , cici bişey işte... Ben beğendim. Beni düşündüren esas konu , o ayakkabılarla nasıl yürüyeceğim endişesi. Aslında çok özenirim . Ama spor ayakkabılara , botlara öyle alışmışım ki, başka türlü rahat edemiyorum . Sonuç olarak bu da tarz meselesi . Olmadı mı olmuyor...

19 Kasım 2008 Çarşamba

Tedbirin böylesi...

Bir öğretmen arkadaşım vardı , aslında herşeyden önce bir anneydi . Bu yüzden de aşırı titiz ve korumacı yaklaşımıyla , bazen iç güdüsel olarak hareket ediyordu. Çok hoş anıları vardı , bende bir kaçını paylaşmak istedim.

** Bir gün İstanbul'a gitmek üzere yola çıkıyorlar ve feribota biniyorlar. Arabadan inip , feribottun üst katına çıkıyorlar . Hava gayet güzel , günlük güneşlik... O arada terleyen kızının üzerini değiştirmek üzere çantadan yedek atlet aranıyor. Ama atlete ulaşıncaya kadar çantadan neler çıkıyor neler... Yedek kazaklar , pantolonlar , çoraplar , ilaçlar , termometre , battaniye , kutu sütler , kekler ( kesinlikle ev yapımı ! ) , kolluklar ve bir de can yeleği ... Evet can yeleği !!!

Eşi soruyor : " Bu ne ? " Bir an göz göze gelme , sert bakışlar ve sessizlik yaşanıyor . Sonunda feribot batarsa diye alınan bir önlem olduğu ortaya çıkıyor. Feribota her binişimde aklıma gelir. Tebbirin böylesine ise hala gülümserim...

** Çocukların sık sık hastalanması nedeniyle ve mikrop kapmaması için de 3 yıl boyunca erikli su ( reklam aldım ) ile yıkanmaları da hoş bir anıdır. Herşeyden geçtim , ben o eziyeti çekmezdim sanırım .
.
.
** Bir de cep telefonlarının yeni yeni küçülmeye başladığı dönemlerdi. İlk çıkanlar TV kumandası kadar büyük olup , atsan kafa yaracak cinstendi ya ... Değiştirme zamanı geldi diye söylenip , duruyordu eşine . Ama hep erteleniyordu. İntikamı da çok hoş olmuştu...
Eşi ne zaman arasa telefonunu hiç açmıyor, onu deli ediyordu. Meraktan çatlatana kadar sürdü bu işkencesi. " Açar mıyım hiç ! O kumanda kadar telefonu çantadan çıkarıp kendimi rezil eder miyim ? Kimse görmeden kapatıyorum , çekmiyor " diyorum demişti. Sonunda yeni bir telefonu oldu :))

18 Kasım 2008 Salı

Rosie...

Bugün kendimi evime adayarak , koca bir günümü yaktım , gitti. Uzun zamandır ciddi bir temizlik operasyonu gerekiyordu. Elimize geçen herşeyi sağa sola bıraka bıraka , evi tanınmaz hale getirdiğimizden bazı şeyler de kaybolmaya başlamıştı. Bende artık görmezden gelmeyi öğrendiğim için , rahatsız olmamıştım . Ama nereye kadar ? Azıcık sokaktan farkımız olsun istedim ve kolları sıvadım. Herşeyi elden geçirerek , toparlama ve düzeltmeleri de bitirip , tertemiz yaptım evi...
Ama ben yine de Rosie' yi istiyorum.
.
Haaa , bu arada aklıma gelmişken , şu temizlikçi kadınlara verilen para varyaa , helal yaa ... Valla helal. Hergün aynı işi , tüm güçleriyle bıkmadan usanmadan yapmak hiç kolay bir iş değil. Şimdi bana deseler , yarın gene temizlik yap , kesin acile kaldırılırım ...

17 Kasım 2008 Pazartesi

Kondisyon bisikleti

Hemen hemen pek çok evin , itilmiş bir köşesinde , bulunmasından mutluluk duyulan , bulunmamasından suçluluk duyulan bir alettir kendisi. Bir gün mutlaka , düzenli kullanacağım vaadleriyle kendisini ve kendimizi kandırdığımız ve daha çok üzerimizden çıkarttığımız kıyafetleri sağına soluna asmak için kullandığımız zavallı bir bisiklettir . Sürekliliği sağladığı tek görevi budur çünkü .
.
İlk günlerde pek hararetli yapılan planlı programlı çalışmalar , gün geçtikçe " nasıl olsa elimin altında istediğim zaman yaparım " düşüncesiyle yavaş yavaş sona erer ve diğer gizli görevi başlar. İşin aslına bakılırsa şu anda benim kullanım amacım da aynen bu doğrultuda. Üzerinden pantolon , eşofman ve bir adette gömlek sarkmakta... Belki hırka da vardır :=) Sanki dolapta yer yok , sanki askı yok !!
.
Amaç , aleti mümkün olduğunca kamufle edip , suçluluk duygusunu azaltmak sanırım.

15 Kasım 2008 Cumartesi

Va daa...

Ne güzeldi , eskiden kredi kartı filan yoktu . Gerekli olanlar abartıya kaçılmadan , önem sırasına göre önceliği alırdı. Zaten kartların faizleri çok yüksek olduğundan , kullanımı da çok yaygın değildi . "Aman şimdi boşu boşuna faiz işletmeyelim " diye gerekmedikçe kimse kullanmıyordu. Zamanla kart kullanımını yaygınlaştırmak için, alışverişi o kadar cazip hale getirdiler ki , kapılmamak mümkün değil. Bu , karta vadesiz şu kadar taksit, şu karta alışverişin 3-4 katı ekstra para puan , o , karta taksit erteleme derken ... Şimdi de kart kullanmanın dayanılmaz özgürlüğüne aldanarak küçük küçük taksitlendirmelerin , büyük büyük darbeler olduğunu farkediyorum.

Bu konuda sınırımı her zaman bildim , bilinçli bir tüketici oldum diyebilirim. Ama yine de kısa süreli bilinç kaybının açtığı sıkıntılar pek küçük görünmüyor. Son birkaç aydır farklı yerlere tepiştirdiğim kredi kartı ekstrelerini bir araya getirince küçücük bir dağcık oluşturdu. Acilen aile içi bütçe görüşmesi yapılıp , yeni kararlar alındı. Ayağını yorganına göre uzatmalı sözü hatırlatıldı , gülündü . Ve ben deeee bugün gidip , daha büyük bir yorgan almaya karar verdim. Va daaaaa....

14 Kasım 2008 Cuma

Issız Adam...

Geçen gün dersim yoktu , boş günüm diye biraz uyuklayıp tembellik yapmak , biraz yazılı okumak , yemek yapmak, biraz da ev işleriyle uğraşmak gibi bir düşüncem vardı , taaa ki arkadaşım tarafından sinema fikriyle baştan çıkartılıncaya kadar... Bende işten kaçmaya fırsat arıyormuşum demek ki hayır demedim.

"Issız Adam" filmine gitmeye karar verdik . Arkadaşım "Ben yalnız ağlamak istemiyorum " dedi. Baktı ki ben de potansiyel var beni seçti tabii :) Bu işin şakasıydı ama haklı çıktı. Bir Çağan Irmak filmiydi . Bu yüzden başka söze gerek bile duymuyorum . Film müzikleri nostaljik , konusu aşktı . Ama yalnız yaşanan bir aşk...

Bir yerden sonra boğazıma düğümlenmiş bir yumru ile filmi izlemeye devam ettim. Seven fakat , hayatını paylaşmaya kendini hazır hissetmeyen , kendinden bile kaçan bir erkeğin itiraf edemeği bir aşk. Doyasıya yaşamak varken , neden böyle yaşanır ki aşklar ? Kaçış nedendir ?

Filmin son 15 dk.sında itiraf edemedikleri duygularını , iç sesleriyle seslendirmeleri çok etkileyiciydi. Birbirlerine söyledikleri herşey yalandı , doğru olansa sadece içlerinde yaşattıkları aşklarıydı ...

İşte filmin etkileyici olan 4 nostaljik müziği ...



Anlamazdın anlamazdın ...
Kadere de inanmazdın
Hani sen acı veren kalpsizlerden olamazdın ...
Dilerim ki mutlu ol sevgilim
Ben olmasam bile hayat gülsün sana
Günahın boynunda
Ağlayan bir çift göz bıraktın arkanda....
.
* Günlerdir müzikleri yükleyememek kabusum olmuştu...Nostaljik kasedimin kaydı sırasında bana sonsuz sabır gösterip , yardımcı olan ve bilgilerini esirgemeyen arkadaşıma çok teşekkür ederim .

13 Kasım 2008 Perşembe

Ne yesem ??

sı-kı-lı-yo-rum -sı-kı-lı-yo-rum-sı-kı-lı-yo-rum

Hiç birşey yapmak istememe moduna girmiş bulunuyorum. Kendimi yemeğe verdim .Hayırlı uğurlu olsun.

Bugün...

Neydi bu telaşları , çığlıkları ?

12 Kasım 2008 Çarşamba

Kramp...

Uykunun en tatlı anında , hissedilen ve en istenmeyen acı , baldıra giren kramplardır sanırım... Öyle bir acı ki , baldırı kendine çeksen bir türlü , çekmesen bir türlü , sanki o an uzatsan, kopacakmış hissi veriyor. Sonra gittikçe hafifleyen ama yanmaya devam eden bir hale dönüşüyor. Yine uykuya dalıyorsun ama sabah yataktan kalkarken kendini yine hatırlatıyor. Bazen birkaç gün üst üste yaşanan bu durum , acaba mineral eksikliğim mi var sorusunu sorduruyor kendimize. Bunun için de süt , yoğurt , soda , muz gibi besinlere ağırlık vererek önlem alabiliriz.
.
Uzmanlarımız krampsız bir hayat için; susuz kalmamaya dikkat etmeli , fiziki çalışmalardan önce mutlaka ısınmalı ve spora başlarken açma germe egzersizleriyle başlanmalı diyor.

Bugünlerde bende beslenme konusunda biraz dikkatsiz davrandığımın farkındayım. Her sabah güne sütle başlamayalı, kase kase yoğurt yemeyeli uzun zaman oldu . Ayrıca gün içinde su içmeyi unutan kaç kişi vardır ? Faydasını çok iyi bilen , fakat uygulayamayan biri kramp da yaşar , başka şeylerde...

10 Kasım 2008 Pazartesi

Eskişehir 'de...

Bir hafta sonu nasıl geçti ? Tek kelimeyle çok ama çok güzel geçti ...İşte turnuva özetleri ...
.
Arabayla yola çıkış , güneşin doğuşu , görüş mesafesi 1 m. olan sisin içinde ağır ağır yol alış , turnuva salonuna genel bir bakış , özlenen dostlar , eşleşmeler , heyecanlı oyunlar , saatin tik takları , cam taşlar , soğuk bir dokunuş , taşların sesi , biraz kaybetme sancısı , biraz kazanma çoşkusu , içten içe hırslanmalar , hatayı kabullenmeler , Los amigos da bira keyfi , Eskişehir 'de kayboluş , sıcacık bir aile ziyareti , yorulmuş ve uykusuz bedenler , başlayan yeni bir gün , yeniden eşleşmeler , tahtadaki yaşam ölüm mücadeleri , ödüller , çekilen fotolar ve tekrar yola çıkış ...
.
Önemli olan tek şey keyif almaktı. Bu nedenle yenilgilerime üzülmüyorum. Yani olmasa iyi olurdu ama yine de herşeye değerdi...Sonuç olarak 2 tanecik maç alabildim ve bildiğim tek şey çokkkk çalışmam lazım , çokkkkk....

**Ayşecim sana tekrar teşekkür ederim , seni çok sevdiğim için , harika bir yol arkadaşı olduğun için ve sıcacık bir aileye konuk ettiğin için ...

Birinci masa oyuncuları için hazırlanmış goban ,
seizen oturuşu ile yapılacaktı ama tercih eden olmadı...
.
Turnuva salonu...

Güneş ışığı , taşlara vurduğunda ...

Ödüller...

Ahh ahh ! İlk oyunumdu , kafam kadar grubum öldü,

bir türlü bağlanamadım ya , ona yanarım :=)

Ata'm...

"Benim nacizane vücudum elbet bir gün toprak olacaktır.
Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır."
.
Seni sevgi ve saygıyla anıyoruz!

6 Kasım 2008 Perşembe

Yolculuk...

Bu hafta sonu ben , Ayşecik ve senseimiz, Eskişehir yolcusu olmayı planlıyoruz. Turnuvaya tabiki de . Demiştim ya , mümkün oldukça hepsine gitmeye çalışacağım. Üstelik yolda Eti cin yemeği de planlıyoruz. Bu çok önemli bir ayrıntı olduğundan , değinmeden geçemedim. Sadece cin gibi hamleler yapabilmek için , yoksa başka bir niyetimiz yok yanee. Dimiğğ ayşecik ?
.
Neyse beni esas düşündüren konu , benim bu yolculuğa arabayla çıkmak istiyor olmam. "Abarayla gitsem nasıl olur ? " . Eşim hemen " hayır olmaz " dedi. Otobüsle git , ne gerek var arabaya ? Ben de hemen ama , ama , amaları saydım döktüm. Bir an sustu , dinledi , hak vermiş gibi görünüyordu . Sonra o da boş durmadı , bir sürü bahane sürdü önüme . Kamyonlar rahatsızlık verebilir , yağış olabilir , yol kayabilir , lastik patlayabilir gibi gibi bir sürü olumsuzluk. Belki kendince haklıydı ama ben de haklıydım. Ee ne yapalım hiçbir şey olmasın diye evde mi oturalım yani . Nereye kadar , hep il içinde kullanmaya devam edecektim ki bu zinciri bir yerde kırmak gerek diye düşünüyorum . Bu da fırsat işte...
.
Şimdilik eşimin izin vermeme , benim de alma çalışmalarım inatla sürüyor. Kim kazanacak merakla bekliyorum . Bu durumda ben de , uzun yolda araba kullanma hayalimi gerçekleştirmiş olacağım.

5 Kasım 2008 Çarşamba

3 & 8 ...

Neden 3 & 8 ? Çünkü yanyana gelince büyük bir sayı olduklarını gördüm . Böylesi daha şık geldi. Bugün de 37 yılı geride bırakmış biri olarak , artık doğum günlerimin bana heyecan vermediğini farkettim. Belki de bunu kendi içimde kabullenemeyişimdendi... Çünkü , ben kendimi hiç bu kadar büyük hissetmedim...Çocuk gibi hissediyorum bazen... Ama böyle olmayı da seviyorum . Bi de 10 yıl geri gidebilseydim , hiç de büyümezdim ya neyse ...

37 yıl gerçekten çok uzun bir zaman ve ben bunun büyük bir kısmını hatırlamıyorum. Ne kadar acele yaşamışız bazı anlarımızı ya da ne kadar boşa... Sonrasında üniversite , meslek , evlilik , çocuk , sorumluluklar , vs, vs... derken "hayat bu kadarmış" galiba diyorum. Araya serpiştirilmiş , küçük mutluluklar ve değişik anlarla tamamlıyor tablo kendini... Bazen siyah , bazen beyaz , bazen de rengarenk bir uyum içinde ...

Aslında her şekilde iyi ki doğdum , iyi ki varım diyebilmek çok güzel . 38 yıl önce , bir evin neşesi , annesinin bi tanesi , babasının özilisi , kardeşlerinin ablası , sonra eşinin özosu , egesinin baby 'si , arkadaşlarının , sevdiklerinin öziisi ben .
.
Yine mi büyüdüm ? Ama ben , büyümek istememiştim .
.
**Tüm iyi dileklerinize şimdiden sonsuz sevgi ve teşekkürlerimi sunarım ....

3 Kasım 2008 Pazartesi

Hooop !!!

İlk görev yıllarımdı . O zaman Van 'da bir lisede görev yapıyorum. Kadromuz oldukça kalabalık ...Hepimiz stajyer öğretmeniz . İzmir, İstanbul , Ankara , Bursa gibi büyük şehirlerden gelmişiz ve sanki yıllardır da birbirimizi tanıyor gibi , kısa sürede kenetlenmişiz , aynı üniversite ortamı gibi...Şen şakrak. Sonuçta doğudayız , terörün en yoğun dönemlerinde ailelerimizden uzakta sadece birbirimiz için varız.

Ama Van , diğer yerlere göre nispeten daha sakin. Turistik çok güzel bir yer... Hatta göl canavarının da meşhur olduğu dönemlere denk gelir...Bizde o sırada Van gölünde tekne gezileri filan yapardık ama şahsiyeti hiç göremedik. Balon haber tabii . Maksat ilgi odağı olsun. Turist gelsin filan ...

Her hafta sonu gidilen geziler , piknikler , mangal partilerinin de haddi hesabı yoktu . Gölün hemen yanında , tam Süphan dağının karlı tepesi karşında , arkadaşımızın bir evi vardı . Onun bahçesinde karlar üstünde bile , mangal yakmışlığımız vardır. Ama ne güzel anlardı . Şimdi yeniden hadi deseler , aynı kişilerle , aynı anları yaşamak için , kesinlikle geri dönerdim... Neyse , aslında konuyu getirmek istediğim yer , bir fıkraya bağlanacaktı. Anılara daldım , bağlantıyı kaçırdım, biraz fazla uzattım.
.
Okuldayken ders zilini duymamış gibi yapıp , 2-3 dk. daha gecikme hakkımızı kullanmaya çalışan biz stajyerler , Baş Müdür yardımcımız tarafından bazen , tatlı sert uyarılırdık. Çok babacan bir hocaydı , Nazım Hoca. Kulakları çınlasın ...Gelirdi öğretmenler odasına , ortada durup , " Ben hopimi demişem arkadaşlar " derdi . Çatık kaşları arasından , hafifçe gülümseyerek...Bİzde tırıs tırıs sınıflarımıza giderdik. Anlamazdık ne demek olduğunu ama gitmemiz gerektiğini anlayabiliyorduk.

Sonradan anlattı da , aramızda güzel bi espri konusu olmuştu . Fıkra aynen şöyle ;

Lazın biri , bir otobüste muavinlik yapıyormuş. Otobüsün de , çok tehlikeli , daracık , bir yoldan , geri dönmesi gerekiyormuş . Viraj çok keskin , uçurumsa derin. Neyse şoför , muavine demiş ki '' sen şimdu aşağuya ineysun otobüsün arkasına geceysun , bana cel cel cel diysun , tekerlek ucurumin çenarına celince de " hooop !! " diysun demiş. Muavin , dediği gibi inmiş ve başlamış : cel cel cel hoooop , cel cel cel hoooopp , hoooooop derken de , sesi o kadar kısık çıkmış ki şoför duymamış tabii ve uçurumdan aşağıyaaa uçmuş .

Muavin de uçan otobüsün arkasından bakakalmış . Sonrasında kendini rahatlatacak ya! Demiş ki : Amaaannn , ben hoopimi demişem :))

2 Kasım 2008 Pazar

Mutlu Yıllar ÖZK!! ...

Bugün 2 Kasım ve Özkii'ciğimin doğum günü... Zaten şu özel günlerimiz de olmasa birbirimizin yüzünü hiç göremeyeceğiz . Hayat koşturmacası içinde bir araya gelip, iki çift laf bile edemiyoruz. Ne yazık ki...
.
Doğum günlerimiz arası 3 gün olduğu için , çocukluğumuzdan beri hep birlikte kutlamışızdır. Ve ben bundan çok mutluyum. İyi ki kardeşimsin . İyi ki doğdun. Seni çoookk öpüyorum ve mutluluklar diliyorum... Hediyeni beğendiğine sevindim :)

1 Kasım 2008 Cumartesi

Thx...

Dün yayınlamış olduğum ve bir süre sonrada yok ettiğim bir yazım vardı. "İtiraf" tı. Kötü hissediyordum ve belki de sadece paylaşmak istemiştim. Sonrasında daha sakin düşününce yazıyı yok ettim. Aşırı üzgünken , sinirliyken daha saldırgan ve acımasız olduğumuz, bir takım şeyleri doğru düşünemediğimiz , kendimize çok yüklendiğimiz zamanlar olur. Sanırm bu da böyle bir andı.

Bu yazı hakkında bir arkadaşımla yaptığım konuşmada , yazıyı tekrar yayınlamam gerektiğini , bakıp ona göre kararlar almam gerektiğini , hissedilmiş şeyleri yok sayamayacağımızı ve bu şekilde daha iyi hissedeceğimi vs.vs. gibi paylaşımlarda bulunduk. Kendisine tekrar teşekkür ederim. Şimdi iyi hissediyorum , bu nedenle de dün tarihli yazıyı yeniden yayınlıyorum . Sadece en alta yeni bir cümle ekleyerek ....

İçimizdeki şeytan ...

Egecik her gün okuldan geldiğinde sorguya çekilir . Hatta buna o kadar alışmıştır ki sormadığım zaman “bana günümü sormayacak mısın? “ diye hatırlatır. Zaten sormayacak mısın diye üstelediğinde de mutlaka bir vukuatı var demektir.

-Günün nasıldı Egecim ?
-İyiydiii annecim. Güzel geçti.
-Bu kadarcık mı ? Anlatmak istediğin bir şeyler var mı?
-eee şey yoook … Yani bugün biraz yaramazlık yaptım ama küçük bişeydii.
-Hımm … Anlat bakalım ne kadar küçük , ona ben karar vereyim.
-Şimdi bir arkadaşımla oyun oynuyorduk , sonra ben ona böyyyyle küfür ettim .
-Nasıl öyylee? Ne dedin söyler misin?
-Olmazzz…Kötü bişeyydi işte ….Söyleyemem utanırım.
-Kötü olduğunu bildiğin bir şeyi neden söylüyorsun ? Arkadaşına söylerken utanmamışsın ama , bana da söyleyebilirsin.
-Ama oda bana etti. Biliyorum kötü bişey ama içimdeki şeytana engel olamıyorummm…Söz bi daha etmicemm . Babama söyleyecek misin?

“İçimizdeki şeytan demek” , Düşünsenize! Şeytana uysaydık ne cinayetler işlenirdi . Kötüleri temizleyelim derken bizde onlar gibi olup çıkardık.
O nedenle bazen duymamış gibi yaparak , bazen konuşarak , bazen sert çıkarak karşımızdakine doğruları anlatmaya çalışıyoruz. Kolay olmasa da . Erkeklerin yöntemleri , bu konuda biraz farklı olsa da , herhangi bir sözlü saldırıda bile sakin kalabilmeyi başaranların sayısı çok az . Tepkilerini çoğu zaman anlayamasam da belki de güçlerini ispat etme çabasıdır diyorum .

Söz konusu çocuklarımız olduğunda da hep şunu düşünürüm , evde ne kadar iyi bir eğitim verirsek verelim , ne kadar güzel sözcükler kullanırsak kullanalım , dış ortam ve arkadaşlarından öğrendikleri hep daha cazip gelecektir. Doğruyu bulma çabası içinde bir süre bocalama yaşayacağı kesin. Çevremdeki sorunlu öğrencileri de gördükçe , oğlumun bir gün bu tarz kişilerle arkadaşlık yapabileceğini düşünmek tüylerimi diken diken ediyor.

Daha şimdiden küçük çetecikler halindeler. Kavga , küfür , gasp , her şey var. Daha 1. sınıftayken "paramı elimden aldılar yarın yine getireceksin" dediler diye ağlaya ağlaya gelmişti. İnanamamıştım . O yaşta bir çocuk nasıl olurda böyle bir şeyi rahatlıkla yapabilirdi ki ? Soluğu okulda almıştım tabii. Bu merkezlerdeki büyük okullarda çok daha ileri boyutta. Yani doğru arkadaş seçimi o kadar önemli ki , daha şimdiden bunun endişesini taşıyorum. En yakın arkadaşıyla problemleri olmaya başladı bile .Çünkü doğrularımız farklı. Hayır demeyi öğrenmesi ve içindeki şeytana dur demesi gerekiyor. Bu konuda gerekli uyarıları sürekli yapıyoruz. Ve her gün ona örnek davranışlar anlatarak hangisini doğru , yanlış olduğunu soruyoruz. Tüm bunları bilerek içindeki şeytana uymadığı gün süper olacak.

Sözzz...

Akşam itibarıyla iç sıkıcı bir post yayınlamıştım , sanırım 3-4 arkadaşım da okuyup yorumlarını dile getirmişti. Teşekkür ederim . Post kaybolmadı yani ancak bu postu gördükçe daha kötü hissetmemek için ve başlangıç noktasının bu olması gerektiğini düşündüğüm için yok ettim .

Şimdi "ne yazıyordu ki o postta" diye düşünenlere "yok bişeyyy" diyorum . Ve söz veriyorum güçlü olmaya çalışıp , stres yaratmamaya çalışacağım. Yoksa blogumun adı zorla değiştirip "bunalımland" yapacaklar :) Onu da ben istemiyorum.