30 Mart 2009 Pazartesi

Gizemli telefon...

Taktım kafayı inatla öğrenmeye çalışıyorum. Bakmayın öyle sakin görünürüm ama bazen bir o kadar da çatlak diyebilirim kendime. Hafif bir dedektiflik geçmişim var. Kafayı taktığımız gizemli bir şeyler olduğunda , hemen sevgili manii ile kafa kafaya verip , yap bozun parçalarını bir araya getirmeye çalışır , işi çözerdik , çok da keyif alırdık. Ve hep de derdik ki "biz dedektif olalım". Dedektif olamadık ama ipucu yakalayıp çözme işini de hala bırakmış değiliz. Seyrettiğimiz dizilerin etkisinde fazla kalırdık sanırım.
.
Neyse , geçenlerde bir telefon geldi xxx kodlu yyyyyyy nolu gibisinden. Konuştuk , "iyi günler , kiminle görüşüyorum "dedi ses. "iyi günler , buyrun siz kimi aramıştınız?" dedim. " ee şey ben sanırım yanlış oldu , özür dilerim " dedi ( ses analizi yaptı ya hemen de anladı yanlış olduğunu bak bak..) "Rica ederim sorun değil " dedim . Kapattık. Kapattık ama ben bu sesi sanki tanıyorum gibi hissetttim. Yok canımmm daha neler ? Beni tanıyan birisi olsa ne diye kapasın ki telefonu , deli mi ? Hem istese numarayı da gizleyebilirdi. Ama ses o kadar tanıdık geldi ki , geri dönüp arayıp sorsam mı acaba diye defalarca düşündüm. Sonra da aman canımmm boşver diyerek vazgeçtim . Hem bu seferde , o ses diyecekti ki " deli galiba ? " , belli ki yanlış numara işte . Ne diye takıntı yaptıysam. Neyse o gün , o telefonu unuttum gitti. Ama ertesi gün , şiddetle merakım arttı ve bu sefer numarayı farklı bir yerden aradım. Aradım aramasına ama , iş daha da gizem kazandı.

"Hobaaa bu da ne şimdi ? " Telefon sürekli dıt-dıt-dıt-dıtttttt şeklinde ses veriyor. Hayyy böyle işin...Keşke dün anında arasaydım , diye söylenene söylene sinir oldum kendime . Ve hâlâ o telefonu arada sırada ararım , ama hep bozuk, hep bozuk . İlginç olan şu ki bozuk bir numara beni arayabildi ama ben ulaşamıyorum. Hemen mi bozuldu yani ? Bu nasıl bir telefon aloo kimse yok muu ? Bu arada , numaradan kayıt veremiyoruz efendim diyen Telekom'uda bir kez daha tebrik ediyorum. Hizmette sınır yok ya maşallah...

Unutmuşum işte ...

Mimlere unutkanlık cevabım olduğu için çok üzgünüm . Sanırım bu konuda biraz Gece'den cesaret aldım . Demek ki unutulabiliyormuş , tek ben değilmişim diye düşündüm. Bazen iş yoğunluğu , bazen dalgınlık ya da anlık sıkıntılar nedeniyle , "sonra cevaplarım" diye ihmal ettiğim mimler, şimdi bana ödevini vaktinde yapmayan çocuklar gibi suçluluk hissettiriyor. Şu anda hatırlayabildiklerim , Sevgi Bahçesinden Paraşüt mimi , Meleğin Dünyasından evin en beğendiğin köşesi mimi , Şuşu’nun öyküsünden Çocuklarla ilgili bir mim , bir de Zuzuların annesinden Ben Çocukken mimi var. Onlar hazır sayılır , pek yakında gelecek...

Ama bunların dışında da , başka bir yerlerde unuttuğum bir şeyler varmış gibi geliyor. Asla ilgisiz davranıp önemsemediğimi düşünmenizi istemem. Açıkçası geriye dönüp incelemek de çok zor geldi. Eğer varsa hatırlatmanızı rica ediyorum. Yoksa da , demek ki unutmamışım diyerek sevinmek istiyorum...

Zaten şu mimlenme işini , genel olarak çok da severek yaptığımız söylenemez ya neyse. Bazıları gerçekten çok eğlenceli ve değişik olmasına karşın , bazılarıda "ayy mimlenmişim , ben şimdi ne yazacağım bu konu hakkında " diye düşündüren cinsten. İşte o zamanlarda affınıza sığınarak kaçamak yapabilirim. Ama şimdikiler sadece unutkanlıktan...

Pehh !

Halkımızın iradesinin sonucuymuş , söz söylemeye hakkımız yokmuş , tartışmayalımmış.(mış)

Pehh!

29 Mart 2009 Pazar

Günün anlam ve önemi...

Bizim ve çocuklarımızın geleceği için...Tasarruf lütfen...

26 Mart 2009 Perşembe

Çünkü...

* Küçüklüğümden beri babam beni hep "özili " diye sever. Ve hala daha beni görünce " öziliiii gelmişş , kızım gelmiş , hoş gelmişşş " der. Ve bende bunu hep sevmişimdir , çok sıcak gelmiştir. Bende ona babacık derim.

* Eşim de bana hep " özo " der. Ama bu da sadece ona özel ...

* Arkadaşlarımın taktığı özel bir lakap yok ama arada " çilli " derlerdi . Çillerimi çok severim.Ve hiç bir zamanda çilli diyenlere kızmadım. Kimisi çok takar yüzündeki bu lekelere ama ben kendimi onlarsız hiç düşünemem , sanki yüzüm bomboş kalırmış gibi gelir...

* Bazı arkadaşlarımında bana sürekli " özii " demesi , çok hoşuma gittiğinden bunu kalıcı olarak kabul ettim sanırım.
.
O yüzden de , ben , babasının özilisi , eşinin özosu , oğlunun aşkısı , arkadaşlarının öziisiyim. Aynı zamanda Papatya delisi ve iyi bir go manyağıyım :))

Sevgili Gece'ye teşekkürler...

24 Mart 2009 Salı

Hem bitli , hem kel hem de kör...

Küçükken babamla oynadığımız tekerleme oyunlarında , en sevdiğim tekerleme kirpi tekerlemesiydi. Bana hep diğerlerinden daha değişik gelirdi. İlk zamanlar öğrenmek için epey çabam oldu ama sonradan işi kaptım :)

Bazen aklıma gelir söyler dururum . Çocukların da çok hoşuna gidiyor. İşte kirpili tekerlemem ,

"Bir tarlarda tüyü bitli , kel kör kirpi ile tüyü bitsiz , kel kör kirpi varmış. Bir gün , tüyü bitli , kel kör kirpi , tüyü bitsiz , kel kör kirpiyi dövmek isterken , tüyü bitsiz , kel kör kirpi , tüyü bitli , kel kör kirpiyi dövmüş. "

Bir yandan tekerlemeyi öğrenmek için sürekli tekrarlar , bir yandan da o çocuk aklımla çok üzülürdüm , “ Yazıkkk o kirpiciğe yaaa , hem bitliymiş , hem kel hem de kör ne diye dövmeye çalışıyor ki ” diye için için diğerine sinir olurdum. Sanki diğeri çok masummuş gibi. Zaten nasıl olup da , hep tüyü bitli olup , hem de kel oluyordu onu da hâlâ çözebilmiş değilim :=)

23 Mart 2009 Pazartesi

Ve , son nokta ...

BİZE VERDİĞİNİZ İMKANLARDAN BİR GÜN
SİZDE FAYDALANABİLİRSİNİZ.

ÇOCUKLARIMIZ BİZİM HERŞEYİMİZ...

Otistiklerle ilgili (3)...

Üzerinde en çok durduğumuz konulardan biri otistik çocuklardı. Otizm ile ilgili " Rain Man " filmini bilmeyen yoktur sanırım. Pek çok kişi , belkide ilk kez böylesine önemli bir konuyu filmden öğrenmişti. Dustin Hoffman'ın bu büyük başarısı için en büyük kaynaksa , tam 1 yıl boyunca otistik çocuklarla bir arada bulunup , onlarla vakit geçirmesiydi.

Hocamız anlatırken hep dedi ki ; otistik çocuklar diğerlerinden , hep daha özeller. İleri boyutta olanları da var. Ancak çoğu dış dünyaya kapalı olsada , bazı yönlerden inanılmaz üstünlük gösterebiliyorlar. Kiminin resim , kimin matematik yeteneğinin ön plana çıktığı görülüyor. Bununla ilgili bir film izlettiler. Otistik bir genci , Roma 'da helikoptere bindirip , sadece 45 dk.lık bir uçuş yapıyorlar . Ve genç adam , bütün gördüklerini olağanüstü fotografik hafızasıyla çiziyor. İnanılmaz bir şey! Videoyu buldum izleyin derim. Kimisi de eline verilen bir kitabın her satırını ezberliyor. Takıntı haline getiriyor. Bazen bir rehberi ezberlemek, çok basamaklı sayıları birbiriyle kısa sürede çarpmak , takvim ezberlemek , tarih verildiğinde günü gününe kadar söylemek gibi...Bunlar özel durumlar tabiki ...

Bunların dışında , zeka düzeyi daha düşük otistiklerde ileri geri sallanmalar, tekrarlı hareketler , el çırpmalar gibi hareketler sık görülen durumlar. Çoğu zaman söylenenleri anlamlandıramama , boş boş bakma , göz teması kuramama , mimiklere tepkisiz kalma , sevdiği objelere takıntılı davranma ve bağlanma , odada meydana gelen en küçük bir değişikliği farkedip buna tepki verme , anlamsız bağırmalar , ağlamalar ya da gülmeler, bütünden çok ayrıntılarla ilgilenme gibi . Mesela eline verilen oyuncak bir arabanın , araba olmasında çok , onun tekerleğine takılması gibi. Ayrıca en etkili öğretme şeklinin , sevdikleri bir şeyi keşfetmek olduğu. Bunu keşfettiğimiz an , bazı şeyleri öğretmenin çok daha kolay olduğu belirlenmiş . Bir çeşit rüşvet yani...Ayrıca güçlü bir duygusal bağ kurmanın da olumlu etkileri çok fazla.

Ve daha o kadar çok şey konuşuldu ki , sorular, cevaplar ardı ardına hiç kesilmedi. Sonuç olarak otistiklerle aynı ortamı paylaşmadan , onları anlamaya çalışmanın imkansız olduğuydu. Özel ilgi , sevgi ve çabayla çok daha iyi sonuçlar elde edilebilmesiydi. Bu uzun yazıları okuduğunuz için teşekkür ederim...Sadece paylaşmak istedim ….

22 Mart 2009 Pazar

Seminerden (2)...

Öncelikle engelli çocuğu her yönüyle tanımaya çalışmak, neleri yapabileceğini , neyi , ne kadar ifade edebileceğini tespit edip performansı alınmalıdır.
Okuyabiliyor mu? Sayabiliyor mu? Yazabiliyor mu? Okuduğunu anlayabiliyor mu? Nelere ilgisi var? şeklindeki bir ön çalışmayla , performansı ölçüsünde bireysel eğitim programı hazırlanır. Konuya ait en alt düzeydeki bilgiler , onun günlük hayatta kullanabileceği şekle dönüştürülür. Asla diğer öğrencilerle aynı düzeyde bilgi verilmez ve sorumlu da tutulamaz. Çünkü o zaten özel ve diğerlerinden her anlamda farklıdır.
.
Bu durum , sınıf arkadaşları ile paylaşılmalı ve onlara daha duyarlı davranmaları istenmelidir. Ancak olumsuz olan her davranışın , o öğrencinin gelişimine de olumsuz katkıda bulunacağı bir gerçek. Zihinsel ve bedensel engeli çok olanlar ise , zaten özel kurumlarda , özel eğitimcilerle eğitim almakta. Olması gerektiği gibi yani...

Bu eğitim kurumlarında her çocuk neredeyse bire bir ilgi , sevgi , sonsuz sabır , hoşgörü yumağı içindeler. Herşey onların bir şeyler öğrenebilmesi , kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmesi için düzenlenmiş . İşte sorun bundan sonra başlıyor zaten. 21 yaşına kadar aldıkları eğitim son derece iyi olsa da , okuldan ayrıldıklarında , günlük hayata adapte olmakta zorluk çekiyorlar , o korkuyla tekrar pek çok şeyi kaybedebiliyor. Çünkü hiç kimse onlara okuldaki gibi davranmıyor , özel ilgi göstermiyor , istemiyor , güvenmiyor , ödüllendirmiyor hatta iş vermiyor . Bir cafede oturup çayını , kahvesini yudumlarken bile diğer insanlarla iletişim kurmakta güçlük çekiyor.

İşte bunun gibi sıkıntılar göz önünde bulundurulup , engel derecesine bağlı olarak kaynaştırma eğitimi ön görülüyor . O halde bizlere düşen , gerek öğretmen olarak , gerek veli olarak , gerekse aynı sınıfı paylaşan arkadaşları olarak , onları her duruma karşı korumak , anlayışlı davranmak ve her şeyden önemlisi sevgiyi hissettirmek. Gündelik hayata hazırlamak . Çünkü kime ne olacağı , hiç belli değil ...

21 Mart 2009 Cumartesi

Seminerden (1)...

Aldığımız semineri 3 parçalık yazı dizisi halinde böldüm. Aslında konu buralara sığdırılacak cinsten değil , çok büyük yürekler isteyen sonsuz bir konu " özel eğitim ". Kitap bilgisi şeklinde anlatmak istemiyorum , çünkü internette sayısız kaynak bulmak mümkün. Bende kısa ve öz olarak etkilendiğim noktaları vurgulamak istedim. Sonuç olarak hepimizin çocuğu var ve belki de bir şekilde aynı ortamı paylaşmak durumunda kalacakları arkadaşları olacak. Bu çocuklar hepimizin olmalı !

Seminer programı biraz formaliteden olmakla beraber biraz da bizlerde ilgi uyandırmak , dikkat çekmek için hazırlanmıştı. Yani “ Kulağa su kaçırmak “ deyimi yerindeyse aynen öyleydi. Ve tabiki yine etkili olduğu düşüncesindeyim. Bazı konularla ilgilenip , araştırma yaptım . Daha iyisi için " Ne yapabilirim? " sorusunu kendime sordum. Bulduğum cevaplar beni mutlu etmeye yetti , “ Küçük bir bireyselleştirilmiş eğitim programı ile kalıcı bir çok değişiklik yapabilirim " dedim. Zaten istenen de buydu sanırım . Sonuç olarak bizler bu kadar süre içinde özel eğitim verebilecek uzmanlığa asla gelemeyiz.

Özel eğitime ihtiyaç duyan öğrencilere karşı hangi tutum ve davranışlarda bulunulması gerektiği , öğrencilerin ve velilerin tepkileri gibi sıkıntılar paylaşıldı. RAM(Rehberlik ve Araştırma Merkezi) tarafından raporlandırılan , zihinsel ve bedensel gelişiminde problemi olan öğrencilerin , kaynaştırma eğitimine tabi tutulması , sosyal bir ortam olan sınıf içerisinde hayata hazırlanması , performansı düzeyinde alabileceği ve günlük hayatta kullanabileceği bilgi düzeyine ulaştırılmasının hedeflenmesi gerekliliği üzerinde duruldu.
.
Genelde bu tip öğrencilerin , dersin işlenişine engel oldukları , kurallara uymakta zorluk çektikleri , derse istenen düzeyde katılamadıkları , arkadaşlarıyla sürekli uyum problemleri yaşadıkları görülür. Ancak sürekli arkadaşları tarafından dışlanan , istenmeyen , alay edilen pozisyonlarda kalarak , sevgisizlik ve ilgisizlikten daha da olumsuz etkilenip , alt düzeydeki eğitimi bile alamayabilirler. Bizlere düşen mümkün olan seviyede olumlu kazanımlar sağlamak , birlikte paylaşılan sosyal ortamı huzurlu hale getirip , kabullenilmesini sağlamaktır. Sanırım sorunun , önce buradan çözümlenmeye gidilmesi gerekiyor.
devam edecek ....

18 Mart 2009 Çarşamba

Amma da kandırdımmmm ...

Sinir ettiler beni sinirr. Tam okuldan çıkmışım , karnım acıkmış , elim kolum dolu , bir yanda sınav kağıtlarım , kitaplarım , bir yanda ayrılmaz parçam bilgisayarım. Omuzumdaki sırt çantam da düştü düşecek , sarkmışım yani . Önce eve uğrayıp yemek yemem , sonra acilen üzerimi değiştirip , seminere yetişmem gerek . Ama ne mümkün ? Arabanın başına bir gittim ki , arkasında yığınla araba var. Süslü püslü , resimli , bol hikayeli , bol müzikli seçim arabaları gelmiş , doluşmuş. Bey efendiler sahilde gezintiye çıkmışlar. Bekle ki gelsinler de , çıkayım. Zaten ben bunlara günlerdir sinir oluyorum ya neyse. Günleri yaklaştıkça daha bir tutuştular sanki . Çoğu şirinlik peşinde, ne yapsam da gönlünü alsam , 1 oy , 1 oydur hesabındalar. Efendim ben falancadan adayım da , desteklerinizi bekliyoruz da , gibi , gibi, gibi....

"Çekilin arabamın arkasından oyum sizin " der , sonra da çocuklar gibi amma da kandırdımmm , amma da kandırdımmm " der gülermişim :))

Caddeler, sokaklar, binalar her yer bayraklarla , afişlerle dolu , bayram yeri gibi adeta . Yüksek sesli müzikli araçlar sokak sokak boy gösteriyor. Bunun yanı sıra kapılarımıza broşürler bırakılıp , zaman zaman da tanıtım turlarına çıkılıyor . Hatta öyle anlar geliyor ki , kapıyı açmaya bile çekiniyoruz. Kimdir nedir bilinmez ki ? Hep temkinli olmak durumundayız. Aday kılığında kötü niyetli kişiler olamaz mı yani ? İyi peki tanıtımı filan anladık diyelim , yapılan tüm harcalamalar nereden gidiyor acaba ? İnsanlarımız aç , susuz , evsiz , barksız hele ki şimdi işsizken ? Bu krizde neden bu kadar gider ? Oy için yardım yapacağına insanlık adına yardım etsen ? Olmazzz koltuk bu ! benzemez ki başka bir şeye . Önce ben oturayım da , sonra bakarız çaresine.
.
Yaa ben çok sinirleniyorum bunlara yaa , sokaklarımız yerlere düşen bayraklardan , afişlerden , reklamlardan , broşürlerden çöplüğe döndü. Sonrada derler ki; “ belediyemiz ve iyi hizmet bir arada olsun , zaman değişim zamanıdır “ derler. Neyi değiştireceklerini bekliyorum bakalım nereye doğru gidiyoruz ? Tamam , tamam , sustum gerisi bende kalsın. Yoksa bende işsizler sınıfa katılmak durumunda kalabilirim. Çok kötü fena olacak yani :)) Ben çok kızmışım galiba...

Yine ve yeni...

Yine çok ani bir haberle , apar topar yeni bir seminere alındık . Ve maalesef yine 5 günlük bir program. Ancak ilk gün hiç kimse bilgilendirilmediğinden , farkında olmadan 1 günlük devamsızlık hakkımızı kullanmışız. Haberimiz bile yokken , ne iş ama !

Bu aralar bizleri , pek bir geliştirme çabasına gidiyorlar ya hadi bakalım. Elbetteki , itirazımız yok ama kızdığımız nokta haber verilmeden , aniden bir yazıyla gelip , bütün bir haftanın planını alt üst etmesi. 1 gün değil ki , hoş görülsün . 1 haftalık plan programımız alt üst oluyor. Üstelik sadece bizim değil , tüm aile bireylerinin de planı buna bağlı olarak değişiyor. Yani istesekte istemesekte seminer , aile boyu oluyor. Diğer olumsuz bir yanı da , ders sonrası olması .Zaten bütün gün canımızı çıkartmışlar çığlık çığlığa vıdı vıdı vıdı ...

Bu şekilde gidip bir de dinleyici durumuna geçince , kafası düşen kadar , çaktırmadan içi geçip uyuyanlar bile oluyor. Yani bugün hem sağımda , hem solumda arkadaşlarım rüyalar alemine bile geçmişti . Hoop şişttt kızlar... Uyanın” dediğimde de , kikir kikir oldular. Bu semineri de hayırlısıyla bir atlatsak . Hem katılımcı sayısı yüksek olunca , cıvıma kapasitesi de o kadar artıyor . Ee tabi , her kafadan farklı bir ses çıkınca da , her iki taraf içinde çekilmez oluyor.

Bu seminerin konusu aslında adı gibi çok özel. “ÖZEL EĞİTİM” . Yani sınıflarımızda kaynaştırma eğitimine tabi olan öğrencilerin eğitimine yönelik . Bu çok özel bir eğitim ve bizlere verilmesi gereken 180 saatlik eğitimin sadece yaklaşık 20 saate indirgenmiş hali. Düşünün , ne kadar kırpılmış. Bu anlamda asla yeterli olmayacağı da baştan belirtildi . Bizler sadece üzerimize düşen görevi , daha dikkatli yapmaya çalışacağız.

Kaynaştırma eğitimi , bazı engelli öğrencilerin , ilgi ve yeteneklerini en iyi şekilde kullanmasını sağlamak ve onların toplum içinde yaşayabilmesini kolaylaştırmaya yönelik çalışmalar yapmayı amaçlar. Bunuda yaparken diğer öğrencilerle aynı ortamı paylaşması , eğitsel ve sosyal olarak bütünleşmesini sağlamaya çalışır.

Bir sonraki yazımda biraz duygusal bir yaklaşım içine girebilirim . Konu çocuklarımız ve sağlık olunca sanırım bazı şeyleri düşünmek durumunda kaldım . Pek çok hastalığı artık önemsemeyebilirim bile. Öksürük , grip , vs. gibi... Bırakın olsunlar , nasıl olsa tedavisi olan şeyler . Beyin sağlıkları yerinde olsun da , en önemlisi bu.

13 Mart 2009 Cuma

Hayal dünyam...

Yorgunum sanki bütün beynim , bedenim uyuşmuş , esir edilmişim gibi. Kalbim sürekli bir heyecanlanma , pırpırlanma içinde ... Her an ama her an bir şey olacakmış gibi hissetmek , yetiştirilmesi gereken bir şey varmış ta , yetiştirememişim gibi hissetmek , acaba neydi neydi diye düşünmek artık çok yoruyor. Korkuyorum bu halimden , o zaman nefes alamıyorum . Sürekli uyumak ve stres içeren her şeyden uzaklaşmak istiyorum . Kaçmak istiyorum belki de , yalancı olan tüm gerçeklerden .

Her şey düzelince de uyandırılmak istiyorum , " Bak artık , güneş gülümsüyor . Dışarıda pırıl pırıl bir hayat var " desinler istiyorum. İçinde hastalıkların ve ölümlerin olmadığı , yalanın , kavgaların , adaletsizliğin , gürültünün , kirliliğin , sevgisizliğin , mutsuzluğun olmadığı bir dünya istiyorum. Ben hayalimdeki masal dünyamı istiyorum , kendi kurduğum dünyayı...Tüm sevdiklerim de yanımda olsun istiyorum.

Hem biliyor musunuz ? Orada üzüntünün hiç olmadığını , herkesin mutlu olduğunu , hiç bir hastalığın olmadığını herkesin sağlıkla gülümsediğini , sonsuz sevgi , saygı , anlayış içinde büyük bir aşkla hayata tutunup bağlandığını , tertermiz , yemyeşil , rengarenk çiçekler ve kelebekler içinde bir dünya olduğunu . Bilseniz sizde herşeyi bırakıp gelir miydiniz ?

10 Mart 2009 Salı

Her şey tesadüf müdür?

Bazen sıkıntılarımızı , dertlerimizi unutamadığımız olur ya , ne kadar farklı şeylerle ilgilensek de, biz ilgimizi dağıtmaya çalıştıkça , o minik sorunlar her yerde karşımıza çıkar. Aman işte geçti gitti dedirtmedi mi , dedirtmiyor demek ki ! Her işin altından zırt pırt çıkıp kendini göstermek zorundaymış gibi , unutmana da fırsat vermiyor. Minik tesadüflerle sanki bir şekilde unutulmamak istercesine karşına çıkıyor. Çözümlenmesi gerektiğinden midir? Bilemiyorum. Yoksa minik tesadüfleri kendimiz mi yaratıyoruz diyeceğim ama bu da imkansız...

Bütün bunlardan yola çıkarak "yaşanmışlıklar tesadüf müdür ?" demek geliyor içimden ama değil işte. Hayatta yaşadığımız her şeyin bir nedeni var . Nedenlerini bilsekte , bilmesek te ...Kimisi üzmek , kimisi mutlu etmek için , ama bir nedeni mutlaka var. Ve ben bilmemeyi hiç mi hiç sevmiyorum. Her şey üzerime geliyor ve ben hiç bir şey yapamıyorum ...

9 Mart 2009 Pazartesi

Galeri etkinliği...

Galeri etkinliğimiz , olumsuz tepkilerle başlayıp , bizleri pozitif bir sonuca götüren bir çalışma oldu. Önce konular ana başlıklar halinde belirlenerek , 4 ' e bölündü. Her birimize 1 'den 4 'e kadar numaralar verildi. Ve bu şekilde 4 grup oluşturuldu. Yani 4 konu başlığı , 4 grup ve her bir grupta 4 kişi … En ideal dağılım buymuş ancak kişi sayısı , konu sayısı ve grup sayısı her zaman dengeli olmalı.

Sonra her grubun 1. leri kendi aralarında , 2. leri , 3. leri ve 4. leri de kendi aralarında bir araya getirilerek , yeni gruplar oluşturuldu ve konuları dağıtıldı.

((**İşte bizim krizi yaşadığımız an , bu andı. Konuyu görünce şoka girdik . Yine 2 sayfa , yine uzun ve karmaşık ifadelerle dolu …. Hani oku , oku anlama cinsinden .Ön hazırlık olmadan , uzmanlık alanımızın dışında bir konuya hazırlanmak hiç de zevkli değilmiş ! Çünkü süremiz çok kısa ve bizden yapılması istenen şey , konuyu kavrayıp , ana hatlarını gösteren bir poster hazırlanması. Biz hemen beyaz bayrağı çektik ,
- "Yok dedik , bu iş olmaz , yetişmez . Mümkün değil. Biz yapmayalım. " , formatörlerimiz ne dese beğenirsiniz ?
- "Olsun , arkadaşlar bizim vaktimiz var. Siz bitirince gideriz. Zaten bugün tek işimiz bu . "
Yani ya olacak , ya olacak !! Başka alternatif yok. Hatta ilk 10 dk. öylece kalakaldık , okumaya çalışıyoruz ama kendimizi öyle bir şartlandırmışız ki , sanki okuduğumuzu anlamamak için uğraşıyoruz. Ne yapsak acaba , camdan mı kaçsak , birimiz fenalaşsa da acile mi gitsek , gibi düşünceler içine girip , işi çılgınlığa vuran en neşeli grup olduk. Bu sefer de gülmekten zor toparlandık.
-"Tamam biz kabul ediyoruz , tembel öğretmenler olalım , yapmayalım " dedik .
Yok formatörler de gülüyor , haklılar da " Süreniz azalıyor " diyerek stresimizi daha da arttırıyorlar . Ama zannetmeyin sadece bizim grubumuz böyle yan çiziyor , hepimiz kaçma yolları arayışındayız. Öğrenci olduk ya hani !

Sonuç olarak tepkilerimiz etkinliğe değil , o sıkıcı konuyaydı. Çaresiz keçileri kovup okuduğumuzu anlamaya odaklanınca taşlar yerine oturmaya başladı. Ciddi olduk yanii...**))

Posterin yazıdan çok şema , resim , çizgiler , kutucuklar şeklinde hazırlanmış ve kısa başlıkları içeren kavramlar şeklinde olması gerekiyordu.Verilen konuyu okuyup anlamaya ve birbirimizle paylaşmaya çalıştık. Her birimiz , birbirimizin anlatmak istediğini daha anlaşılır hale getirmek , kısaltıp postere yerleştirecek şekle dönüştürmeye çalıştı . Birkaç taslaktan sonra konunun özüne ulaşıp ana hatlarıyla şematize ettik. Kavram haritası oluşturduk yani. Ama ilginçtir ki , o başlangıçta anlamak istemediğimiz , bize yabancı olan konuyu diğer gruplara aktarabilecek kadar öğrenmiştik. Zevkliymiş . Bir anda keyiflendik tabii, başarının verdiği haz buydu işte. ( O kadar dır dır etmeseydik iyiydi tabi de , o da işin zevkiydi galiba...)

Posterler tamamlanınca sınıfın farklı yerlerine asıldı ve gruplarımız , en başta aldığı numaralardan oluşturdukları gruplarına geri döndü . Artık her grupta 1. ler vardı ve bizim hazırladığımız posteri diğer grup arkadaşlarına da kolaylıkla aktarabilecekti. Bu şekilde her bir posterin başına, resim galerisi geziyormuş havasında gidilerek burada anlatılmak istenenler gruba aktarıldı. Eğer gruptan bir kişi poster hazırlanma aşamasına katılmazsa daha sonra diğer arkadaşlarını bilgilendiremeyecek ve sorumluluğunu üstlenmediği için zor duruma düşücekti. Bu da kimsenin düşmek istemediği bir durum olsa gerek.

Ben de bu etkinliği hemen sınıfımda uygulayarak , hiç söz almak istemeyen öğrencilerimi bile konuşturdum ya , ne mutlu bana... İnanılmaz heyecanlandılar ve nasıl öğrendiklerine kendileri bile şaşırdırlar. Meslektaşlarıma şiddetle tavsiye ederim ...

7 Mart 2009 Cumartesi

Biraz tembellik güzeldir...

Son iki-üç gündür lodos olması , hava sıcaklığının epeyce artmasına neden oldu. Ancak lodosla birlikte havalanan tüm toz ve kum tanecikleri , yağmurla beraber tekrar eski yerlerini buldular. Yani resmen çamur yağdı diyebilirim. Her yer kirli sarı çamur lekeleriyle dolu. Hatta pencerelerim bile ama şimdi hiç uğraşamam ...

Şimdi ise gökyüzü , yine grimsi bir renk almış. Denize de bu rengi yansıttığından, deniz var mı yok mu belli bile olmuyor. Evin içi loş ... Çok sıkıcı . Yani tam uyku havası aslında. Bende son iki günümü boğaz enfeksiyonu geçirerek , ateşli ve uyku modunda geçirdiğimden sanırım bugün yine dinlenme durumunda olurum. Zaten yağmurda başladı , en iyisi dinlenmek , belki bir film izlemek , belki biraz kitap okumak . Hem evdeki herkesi göndermişken , fırsat bu fırsattır, hiç bir şey yapmamak ne güzel bir şey...Heyoo yaşasın tembellik...

5 Mart 2009 Perşembe

Öğrenmeyi öğretmek...

5 günlük bir eğitim seminerindeyim .Bu seminer programı , her gün 6 saatlik ders sonrasında , bitmiş bir durumda söylene söylene gitmek zorunda olduğumuz bir etkinlik programı olup , pazartesi sabahı aniden hayatımıza girmiştir. Bizlere kötü bir sürpriz yaparak , tüm bir haftanın plan programını alt üst etmiş , ertelenmesi ve kaçma şansımızın olmadığı bir program olarak 3 gününü tamamlamıştır. Uygun bir zamanda olsaydı eminim çok daha verimli olurdu ama yinede keyifli geçtiğini , en azından bana katkısı olduğunu söyleyebilirim. İlk 2 gün çok söylendim ama 3. gün çok sevdim. Önümüzde 2 günümüz daha olduğu düşünülürse , eğlencenin artacağı ve daha da keyif alınacağı söyleniyor. Yeni eğitim sistemine uygun , etkili öğrenme etkinlikleri konusunda faydalı bilgiler alıp , uygulamalı olarak hayata geçiriyoruz.

Ama ne tuhaftır ki , öğrenci psikolojisinin her yerde aynı olduğunu ve değişmediğini birebir yaşıyoruz. Çünkü hep dinleyici konumunda olmak çok zor. İlgiyi kısa bir süre canlı tutmaya çalışsanda bir süre sonra mutlaka bir yerde kopmalar yaşanmaya başlıyor. Esnemeler, konuşmalar, gülmeler , karalamalar , oflamalar, vs vs. Bizlerde öğretmen konumundan , bir anda öğrenci moduna geçince , azıcık cıvımaya başladık . Ama dedim ya , oturup dinlemekten çok , aktif olarak çalıştığımız , paylaşımlar gerçekleştirdiğimiz için sonuç bence mükemmeldi...

İşte bu yüzden yaptığımız etkinliklerin çıkış noktasında , etkili öğrenme yöntemleri vardı. Amaç öğrenciyi aktif hale getirip , öğretmenin sadece rehberlik edebileceği , öğrenci merkezli bir öğretim programını hayatlarına dahil etmek , öğrenmeyi sevdirmek , kolaylaştırmaktı . Ve bu arada kişisel olarak tüm duygu , düşünce , beceri ve bilgi birikimlerini , eski öğrendikleriyle ilişkilendirerek , yeni bilgi ve becerilerini de kullanarak yeni bir yapılandırma sağlamalarına yardımcı olmak.

**İlk gün dinleyici olduk , 2.gün etkinliklere yönelik oyunlar oynamaya başladık. Tüm katılımcılar A ve B olmak üzere gruplara ayrıldık. Gruplarımıza 2'şer sayfalık uzun metinlerden oluşan konular verildi. Daha elimize alır almaz moralimiz bozuldu. Bunu 5-10 dk. gibi bir sürede öğrenip anlatacaktık. Tamamen ilgi alanımızın dışında , uzun ve anlaşılması güç ifadelerden oluşmuş metinler olduğundan , çok kolay olmadı. Ama düşünsenize " Yok hocam , ben anlamadım , anlatamam , çok sıkıcı , beğenmedim , konu çok kötü " gibi ifadelerle sürekli itirazlar ettik. Formatörlerimiz ise sadece gülümsedi. Çünkü sonuçtan eminlerdi.
.
Neyse A grubu kendi sayfasını , B grubu da kendi sayfasını okuyup anlayacaktı. Süre sonunda da A grubu diğer bir A grubu ile , konu hakkında tüm bildiklerini paylaşacak , anlatacaktı. B 'lerde B 'lerle tabiki. Bu süreçde geçince , A 'lar B 'lere , B 'ler de A 'lara kendi konuları hakkında bilgi verecek ve böylece herkes bir diğerinin konusu hakkında yeni bir şeyler öğrenmiş olacaktı.
.
Tüm yarı ciddiyetsizliğimize rağmen , etkinlik amacına ulaştı. Ve bu şekilde öğrenci mecburen aktif hale gelecek , sınıf içerisinde etkili bir öğrenme ortamında rol alacaktı. İlk denemelerimiz gayet güzel sonuçlar verdi. 3. etkinliği de bir sonraki yazımda anlatacağım. Daha stresli olmasına rağmen , çok da eğlenceliydi. Eğlence yanı ise yarattığımız stresti aslında. Neyse bitti , tamam , sustum :) Çok uzun yazarak sıkıcı olmak istemezdim ama çoktan oldum mu diye de meraktayım ? ( Hayır hiç de sıkıcı değildi diyerek yalan söyleme özgürlüğüne sahip olduğunuzu unutmayın , o kadar yazmışım ama di mi ? ) *Psikolojik baskı yapılır :))

3 Mart 2009 Salı

Hayat bazen çok garip ...

Kolay kolay kin beslemem ama çok kızdığım , unutamadığım anları yaşadığım , yapılan haksızlıkları sineye çekip sustuğum , içimde isyanlar çıkarttığım hatta hayal gücümün çok çok üzerinde senaryolar yazdığım oldu. Sonunda hep dedim ki " Sen iyi ol ! Hep sakin , hep sakin kal ...Gerisini boşver " . Elbet yaşatılanlar kimseye kâr , kalmayacak ...

Zaman içinde alışkanlıklarımızla yeni şekillenmeler yaşadığımız , kızgınlıklarımızı bile unuttuğumuz anlar ne kadar sürmüştür peki ? Karşılaşıncaya kadar tabiki. Nasıl olsa , bir daha karşılaşmak zorunda kalmayacağımızı düşünerek , tatsızlıklar yaşamadan pek çok şeyi geride bırakmış bile olsak , o an herşey yeniden alevlenir içimizde. Sanki hayatın bir oyunu gibi " Al bakalım , işte şimdi karşı karşıyasınız . Paylaşın kozunuzu ... " der gibi sunduğu bu durum , pek hoşuma gitmeyen bir durum oldu ve beni biraz huzursuz etti .

Şimdi ben , bu kişiyle bir şeyleri konuşmak zorunda kalıp , aynı grupta kafa kafaya çalışıp , bir şeyler üretip fikir birliğine varmak hatta kendimizle dalga bile geçip güldüğümüz anları paylaşmak zorunda kaldım mı ? Kaldım tabiki ve de şaşırdım. Hâlâ kızgındım ama çok değil , sinirliydim ama eskisi kadar değil . Belki onun da kendince haklı yanları vardı . Ama bana göre yanlış olan tarzıydı (- ki benim için bu çok önemlidir) , çünkü çok kırıcıydı. Sonuç olarak , her ikimizde yaşanmışlıkları ve üzüntülerimizi bir kenara bırakıp hafif gerginliğin verdiği tuhaf bir rahatlama içinde sadece bu zamanı paylaştık , hepsi bu. Başka bir şey de olamaz zaten . İşte bu yüzden hayat çok garip !

2 Mart 2009 Pazartesi

Küçücük mutluluklar için...

Hani hep deriz ya , hayatta bazı şeyleri geri alıp değiştirebilseydik diye...Oysa ki , her şeyin birbirine bağlı olduğu aklımıza bile gelmez. Belkide her şey olması gerektiği gibidir. Ama kabul etmek istemeyiz. Hep değiştirilebileceğimizi düşünürüz.
.
İşte zaman , işte değişim ...Küçücük mutluluklar için...Her zaman bir yolu vardır ve hiç bir şeyi değiştirmek gerekmez!