30 Aralık 2010 Perşembe

2 0 1 bir...

Geriye bakış...

Geriye dönüp şöyle bir arşive baktığımda , yazmak adına verimsiz bir yıl geçirdiğimi görüyorum. Gerçi yazmadım diyemem , her zaman birşeyler yazdım ama çoğunu yayınlamadım. Çünkü bazen onlar benim çığlıklarım , çizgiyi aşan son noktalarım , üzüntü ve gözyaşlarımdı , onlar benim çaresizliklerim ve anlaşılamayışımdı.  Bazen de sevdiklerimin yaşanmışlıklarıydı. Yazdığım ama yayınlayamadığım sonradan baktığımda , önemsiz bulduğum  ne safmışım , neleri de dert etmişim diye söylendiğim , kendi kendime güldüğüm yazılarda oldu. Çoğunu sildim gitti ama kayda değer olanları başka bir zaman için beklettim , sadece yanlış anlaşılmasın , bunaltmasın diye. 

Biliyorum , paylaşmak güzeldir. Belki yayınlasaydım farklı bakış açılarından , farklı yorumları görmek güzel olabilirdi ama Herşey de seni mi buluyor? Neden her zaman bu kadar karamsarsın? Neden herşeyi kendine dert ediyorsun? demelerini istemedim. Zaten hassasiyetimi bilen biliyor. Evet , biraz karamsar biri olduğumu , herşeye olumsuz yaklaştığımı söyleyebilirim ama o da sadece fazla hayal kırıklığı yaşamamak için ... 

Herkesin hayatında yeteri kadar stres , üzüntü , sıkıntı varken , hiçbir şey çok kolay değilken  , birde okuyucuyu daraltmak  istemedim...Aslında , bende neler neler okuyorum ama hiç de daralmıyorum. Herhalde bende daraltmıyorumdur...di mi?

Hepimiz biliyoruz ki , en güzel , en mutlu anlarımızda bile , bizi altüst edebilecek olaylarla her an karşılaşabiliyoruz. Bende bunlardan çok fazla etkilendiğim için aşırı duygusallaşıp , hassaslaşabiliyorum. O zamanda aşırı tepkiler verebiliyorum. Düşünsenize , değmeyeceğini bile bile ne kadar çok şey için boş yere üzüldüğümüzü . Sanki yine üzülmeyecek miyiz ? Yine değmezmiş demeyecek miyiz ? Diyeceğiz ama önce yaşayıp , sonra diyeceğiz. HAYAT BU İŞTE... Acısı , tatlısı , herşeyiyle...O yüzden de hep diyorum ya , anlık yaşamalı , mümkün oldukça herşeyi dert edinmemeli ve belkide düşündüğümüz herşeyi yazmalı ... Bir de diyene bakmalı :)))))

27 Aralık 2010 Pazartesi

Sabah sabah ...

Panikle gözümü açtım , heryer karanlık . Karşımdaki saatin ışıkları yok , elektrik kesilmiş . Telefonumdan saate bakıyorum , sabahın 06:00 'sı. Kapı çalıyor tak tak tak ...Güm güm güm... Kim gelir bu saatte ? Neler oluyor ?  Meğer bu kapıyı ilk çalış değilmiş , ben sonunu duymuşum ve eşim çoktan kalkıp kapıya gitmiş bile . Kalbim çıkacak gibi oluyor . İçeriden gelen hararetli konuşmaları duyuyorum ama uyku sersemliğimden neler olduğunu anlayamıyorum.Eşim fenerle odaya geliyor , acele acele üzerine kalın birşeyler alıyor ...

"Neler oluyor ? " dediğimde arabanın aküsü lazım diyerek aceleyle çıkıyor. Detayları sonra öğreniyorum. Elektrik kesilince , apartmanın jeneratörü devreye girmemiş , bu durumda kalorifer kazanı suyu pompalayamamış , kazanda sürekli sıcaklık artışı olmuş . Tüm kapakları açmışlar ama her yerinden buharlar çıkmaya başlamış , 85 º'ye gelmiş. 100 ºC olsa patlama riski çok fazla olduğundan herkes panik olmuş. 

Jeneratör , her kesintide devreye girerdi , duyardım ama bu saatte bozulacağı tutmuş . Bu yüzden de acilen araba aküsüne ihtiyaç duyulmuş. Bir yandan yağmur yağması , bir yandan havanın henüz aydınlanmamış olması ve aküyü sökerlerken dışarıdan gelen o telaşeli konuşmaları duyuyor olmam yeterince heyecanlanmama neden oldu. Aradan 10-15 dk. kadar geçti, geçmedi , jeneratör çalışmaya başladı. Yani , sabahın o saatinde duyduğum en rahatsızlık verici ses , rahatlama nedenim oldu. Ne diyeyim hepimize geçmiş olsun...

23 Aralık 2010 Perşembe

İçine yaratık mı girdi bunların ?

Birkaç zamandır telefonuma musallat olan , yurt dışı abonesine kucak dolusu sevgilerimi gönderiyorum. Kendisi olur olmaz saatlerde çağrı bırakıp , aklınca beni merakta bırakmayı planlayan , benimde hiç ama hiç tanımadığım yurt dışı telefonuna  geri döneceğimi düşünen kişidir. 359 koduyla arayan bu şahsiyet yada şahsiyetler , edindiğim bilgilere göre ev , yemek , para ve kontör talebinde bulunuyormuş. Yani dolandırıcı bir şebekeymiş. Ayrıca yanlışlıkla telefona cevap verilirse faturada epey bi kabarık geliyormuş . Lütfen dikkat...

Bir de düzenli olarak gelen bir mesajım var. "TEBRİKLER ! Hediye KOL SAATİ kazandınız . HEMEN şu şu şu numaradan arayın , kaydınızı yaptırın ( yaptırın da görün gününüzü !!) " Sağol be canım , o kol saati ! senin olsun. Eminim pek çok kişiye hala ısrarla da gidiyordur bu mesaj . Ama düşünsenize , aslında ne kadar da şanslı insanlarız . Yoksa , içimiz mi fesattır nedir anlamadım ki . Bak ne güzel insancıklar bize sürekli hediyeler göndermek istiyor ama biz onlara geri dönmüyoruz cık cık cık çok ayıp ediyoruz çook. Oysaki şimdiye kadar ne çok saatimiz olurdu :)) Saatçi bile açardık :)))

Ve bugün yeni bir mesaj daha. "Katılmış olduğunuz kampanyamızdan ücretsiz telefon görüşmesi kazandınız. Hemen arayın. " Oldu canım başka ? Yok ben almayayım , alana da manî olayım diye yazdım bunu zaten...

Sonunda gsm operatöründen de uyarı mesajı geldi . "Tanımadığınız numaralardan gelen "ödül kazandınız, TL. yükleyin " gibi gelen sms'leri dolandırıcılık mağduru olmamak için dikkate almayınız" şeklindeydi. Biraz geç oldu ama yine de sağolsun. Yaa bu insanlar nasıl bu kadar kötü niyetli olabiliyorlar ? Nelerden , nerelerden medet umar hale geldiler , inanasım gelmiyor. İçine yaratık mı girdi bunların ? O kadar çok çeşitleri var ki ...

19 Aralık 2010 Pazar

Sonsuz naz hakkı...

Ahh! şu erkekler ahh! Hasta olmaya hiç ama hiç  gelemiyorlar. Mız mız da mızz , çocuktan beter çocuk oluyorlar. Yaşı kaç olursa olsun , büyüğü de aynı küçüğü de. Sanıyorum ki çok azdır sessiz sakin olanı.  Sanki bir tek onlar kötü hissediyormuş gibi ay ayy ayy ölüyorum , ııhh , aahh , ay amann , offf . Kimse benimle ilgilenmiyor , dayanamıyorum artık demeler bununla beraber sürekli oflama ve inlemeler , ardı arkası kesilmeyen istekler...Yani sürekli bir naz durumu...

Dün gece de birden bire ateşi yükseldi oğlumun . Hem onun hem bizim keyfimiz kaçtı. Kıyamam ben kuzucuğuma , yapacağı nazın haddi hesabı yok ama işin ilginç yanı da , böyle ateşli olduğunda tamamen başka bir çocuk gibi oluyor. Sürekli ilgi isteyen (-ki bu çok normal bir durum ) ayrıca da aşırı derecede kibar ve düşünceli... Bir de çenesi bırbırbır hiç susmuyor , bu haliyle nasıl buluyor o enerjiyi anlayamıyorum. "Annecimmm yanıma gelir misin?  Annecimmm elimi tutar mısın?  Annecim su getirebilir misin ? Annecimmm çok üşüyorum , annecimmm başım ağrıyor , annecim kusacak gibi oluyorum , annecim boğazımda bişey var , annecim gücüm yok , annecim galiba ben çok hastayım , annecim de annecim ..."

Ve böylece başlıyor naz hakkı. Öncelikle yemek yemesi için  , paşanın isteği ön plana alınıyor. Sonra da yatağına kadar servis yapılıp  , ağzına çatal kaşık hizmeti veriliyor. Saati gelince de ilaçları. Sonrasında da dinlenme ve uyku şart ama nerdeeee , sürekli bir inleme  , sürekli bir mızıltı durumu , bitmek bilmiyor. Şimdi hasta ya , annesi ona kıyamaz ya sonsuz naz hakkını tamamen kullanıyor. Kuzucuğum sen naz hakkını her zaman kullan ama çabuk iyileş olur mu?  

-anneeeee , ben şimdi iyileşemezsem , okula da gidemem di mi ?
-İyileşirsinnn tatlımm , merak etmee.
-off anne yaa , iyileşemezsem gitmem amaaa , hem sende evde kalır bana bakarsınnnn , ne güzel olur di mi?  diye başlayan sözlerin arkası da hiç ama hiç kesilmiyor...
Sizce hasta iyileşmek istiyor mu?

16 Aralık 2010 Perşembe

Her sayfaya imza lütfen....

Maaşımızı aldığımız  A bankasıyla olan sözleşmemiz sona erdiğinden başka bir B bankasıyla anlaşılmış . Genel anlamda bankamızla çalışmaktan gayet memnun olsakta olaya bakış açısı çok farklı ve zaten bizim dışımızda gelişen bir durum. Yani tamamen duygusallll ! yaklaşılmış. Yok , daha iyi şartlarmış da , daha bir güvenilirlikmişş te , vs , vs ...

Şimdi işin zor tarafı , yılların verdiği alışkanlık ve sağladığı kolaylıkları görmezden gelmek ve pek çok talimatı değiştirip yeniden düzenlemeye gitmek . Ama elimiz mahkum , ne de olsa maaşımızı ödeyecekler...

Ama asıl olay şu ki , yapılan sözleşmeler...Sadece prosedür gereği sayfalarca yazıyı okumadan , okusakta çoğunu anlamadan imzalamak zorunda olduğumuz 50 sayfalık sözleşmelerden bahsediyorum. Bu yüzden de geçen sabah gelen banka yetkilileri ile sözleşme kursuna katılmış gibi olduk. Şu sayfayı açın adınızı , soyadınızı yazın , şuraya imzanızı atın , 2 sayfa çevirin kart no yazın , noyu kutunun altına yazın , bir sayfa daha çevirin hesap no yazın , her sayfanın altına imza atın , sayfa geç imzala , sayfa geç imzala , sayfa  geç imzala derken sayfa 35 'te son imza . Yani bütün bu imza işkencesi sadece ana sözleşme için. Dahası var , sonra çevirin ekteki , o form , bu form derken 50 'ye yakın imza . Hatta  " boş sayfaya imza atmayın " sözünü de çiğneyerek  yetkililerin önünde paşa paşa doldurulan bu sözleşme sinir bozucuydu...

Şimdi soruyorum , ne gerek vardı bu kadar sözleşme içeriğine , okumadan atılan onca imzaya .Şu sözleşmeleri kısaltsalarda , sadece gerekli yerleri imzalasak , hem kağıt israfı olmasa hemde imzalamaktan anamız ağlamasa. Zaten , imza , imzalıktan çıkmış , kılık değiştirmiş , ama kime ne...

İmza : özii :))))

10 Aralık 2010 Cuma

Kırmızııı...

Ve ben...Yani benim için imkansız bir birliktelik. Ama insan yeni bir şeyler denemekten de çekinmiyor galiba. Ya da adına "denemek" demeyelim de , bir "zinciri kırmak" diyelim. Biliyorum , hiç birşey anlaşılmadı , ne oluyor , kim , ne zinciri , ne kırması ? 

Öyle büyütülecek bir konu değil yaa. Sadece kırmızı ve ben asla bir araya gelemeyen bir ikiliyiz. Herkese yakıştırırım , beğenirim ama kendime bir türlü yakıştıramam. Düşündüğümde bile nedenini bilmediğim bir gerginlik içerisine girerim. Ve bu konuda söylediğim tek söz her zaman "asla" olmuştur. Bu yüzden de bugüne kadar ne bir kırmızı giysi , ne bir ruj , ne de oje asla ama asla almamışımdır. Hep pastel tonlar tercihim olmuştur. Bu konudaki tüm ısrarlara da hep ters yaklaşmışımdır.

Taa ki geçen gün arkadaşım " sana kırmızı oje aldım , süreceksin ve bende göreceğim " diye baskı kuruncaya kadar. Sürdüm ve öylece ellerime baktım . Sadece baktım , kimin elleriydi bunlar , sanki bana ait değil gibiydiler. Biraz garipsedim ama itiraf ediyorum gerçekten de güzel oluyormuş. Meğer gereksiz yere inat etmişim , gereksiz yere abartmışım. Şimdi sıra kırmızı kazağa geldi sanırım...

9 Aralık 2010 Perşembe

Bu kadar da alışılmaz ki ...

Öyle çabuk alışıyoruz ki her türlü yeniliğe , sonrada hiç kullanmamışız gibi eski olan şeyleri garipsiyoruz. Alışveriş merkezleri , restaurantlar , cafeler , bazı iş yerleri ve daha pek çok yerin tuvaletlerinde temizlik adına kullanılan kolaylıklardan bahsetmek istiyorum. Ama benim burada takıldığım konu , alışkanlıklarımız.

Kullandığımız köpük sabun , fotoselli musluk ve fotoselli kağıt havlu makinesine alışmaktan  bahsediyorum. Mesela kağıt havlu inanılmaz bir kolaylık , kişiye özel , tek kullanımlık . Özellikle de kalabalık ev ortamlarında havlu takibi gerektirmeyen bir durum.  Eline köpüğü al , köpürt , musluğun altına gel açılsın , elini yıka , sonra da elini havlu makinesine doğru uzat "dırrttt" havlu gelsin. Oh ne güzel bir kolaylık , ne güzel bir temizlik . Diğeri de hem su israfını önleyen hem de binlerce kişinin elini musluğa sürmeden yıkayabilceği kolaylığı sağlayan fotoselli musluklar. Dokunmadan elini uzat açılsın , çek kapansın. Süperr... 

Ama geçen gün , bu musluk yüzünden kendi kendime sesli bir şekilde " yuhh artık " dediğimi hatırladıkça gülümsüyorum. Cafedeyim ve ellerimi yıkamak üzere tuvalate gidiyorum. Elime köpük sıkıp gayet güzel , ellerimi köpürtüyorum . O sırada gözüm duvardaki bir reklam yazısına takılıyor , ben ellerimi musluğa doğru uzatıp bekliyorum ama tık yok , tekrar deniyorum yine tık yok. Gözüm hala yazıda ve ben musluktan o kadar eminim ki , ellerimi sağa sola hareket ettirip beklemeye devam ediyorum. Israrla musluğu akıtacağım ya , sonunda eehh diyerek bakıyorum ki , mustuk aç kapalardan. " eee yuhhh artık bu kadar da alışılmaz ki "  diyerek gülüyorum . 

Sanki çevirmeli musluk olsa el yıkanmazmış gibi...Sanki evdeki çevirmeli musluk değilmiş gibi. Ne çabuk alışmışız biz bunlara...

3 Aralık 2010 Cuma

Çabuk eve gelll....

Çığlık çığlığa koşarak yanıma geldi . Ağlamaktan titriyor , yerinde duramıyordu. Zorla sakinleştirdim ve ne olduğunu anlatmasını istedim. Sonra da çaktırmadan gülümsedim . Yani , o anı ben yaşasaydım , benimde yapacağım şey , kesinlikle aynı tepki olurdu. Elinden tuttum ve odasına bakmaya gittik.

Pencereden bakıyormuş , birden içeriye  kocaman bir çekirge zıplayıvermiş. Ama gerçekten de kocaman . 8 cm gibi birşey. Şimdi burada , normal olarak yapılması gereken davranış  ne olmalıdır? Çekirgenin üzerine bir şey atıp , sonrada onu bahçeye atmak olmalıdır değil mi ? Ama ben yapamam. Hatta , o çekirgeye yaklaşmam bile mümkün değil. Ne yapacağı belli mi olur , böcek bu , ya ben ona doğru yaklaşınca , o yüzüme ya da üzerime atlarsa , yok yokkkk hayali bile kabus gibi...haaa bana zarar verebilir mi ? Elbettte ki veremez ama ben bu tür haşeratlardan hoşlanmıyorum...Hem ben onlara dokunmuyorsam onlarda mümkünse bana dokunmasınlar...

Sonrasında ne mi yaptık ? Tabiki çekirgeyi yakın takibe alıp , kapıda kamp kurduk. Ayy kıpırdadı , ayy döndü , ayy tırmandı , ayy düştü , ayy ayy zıpladı , zıplayacak derken kendi halimize güldük. Eğer gözden kaçırsaydık işimiz çok zor olacaktı. Hiçbir güç onu , o odaya sokamazdı , biliyorum. Acil çözüm için de " Alo baba , çabuk eve gel " servisini kullandık. Sonuç olarak , o doğaya geri döndü bizde odamıza...

2 Aralık 2010 Perşembe

Bazen üzerine gitmeyeceksin !!!

Üzerime gelme !!! Bu ne demektir ? Üzerine yürümek midir ? Tabiki de değil , çok fazla merak etme , çok fazla ilgilenme , çok fazla engellemeler getirme , çok da fazla yanlışlar bulma , bırak ! Kim neyi nasıl biliyorsa öyle yapsın. Olayları inceden inceye didikleyip daha da bunaltma...

Her cümleyi demiyorum ama her kelimeyi tek tek sorgulama . Ve bunu da her defasında vurgulayıp sürekli karşısına çıkartma.  Belki farkında olarak belkide farkettirmeden yapılıyor olsa bile bunu da baskı şeklinde hissettirme. Sonra da kendine kendine kurup , kendin üzülme. Sürekli de açık aramaya çalışma  çünkü mutlaka bulursun , unutma ki hiç kimse mükemmel değildir ama hiç kimse... Zaten birisi ben mükemmelim diyorsa kesinlikle de ilk hatayı , işte o zaman yapmış olur . Sanki bir şeyleri görmezden gelmeye çalışmanın göstergesiymiş gibi... 

Herkes birbiri için çok ama çok iyi olabilir . Belkide o , senin düşündüğün kadar iyi değildir. Kimbilir ? O halde en iyisi , bazı olayların üzerine çok fazla gitmemek. Ve bırak , kim neyi , nasıl biliyorsa ve neye inanmak istiyorsa hatta ve hatta hata bile yapıyorsa bazen olaylara karışmayacaksın ve  üzerine  git-me-ye-cek-sin...